İdari Yargıda İptal Davaları

Av. Ramazan Çakmakcı (*)

Mükellefin Dergisi, Lebib Yalkın Yayınları, Sayı 68, Yıl 1998, Sahife 132-135

1-GENEL OLARAK İPTAL DAVALARI

İptal davası yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olan idari işlemin iptal edilebilmesini ve bu özelliği ile idarenin hukuka uygun davranmasını yargısal denetim yolu ile sağlayan idari yargıya özgü bir dava türüdür.

İptal davasının özelliklerini kısaca sıralayalım;

-İptal davası idarenin faaliyetlerinin hukuka uygun olmasını sağlar. Buradaki amaç hukuk düzeninin korunmasıdır.

-İptal davası sonucu mahkemece verilen iptal kararı idari işlemin yerindeliğinin denetlenmesi değildir, idari yargı yeri bir üst makam işlevi görmez, yalnızca işlemin hukuka aykırılığı nedeniyle iptaline karar verir.

-iptal davası sonucunda hukuka aykırı işlem iptal edilir. İptal edilen işlemin yerine uygun olan işlemin yapılması yönünde karar verilemez. Bu özelliğe Anayasada kısaca 'idari işlem niteliğinde yargı kararı verilemez.' denilmektedir.

-İptal davası sonucu işlemin iptali ile idari işlem ortadan kalkar ve bu sonuçtan yalnızca iptal davasını açan değil herkes yararlanır, iptal kararı objektif niteliktedir.

-İptal davası Tam yargı davalarından farklıdır. Tam yargı davası açabilmek için bir hakkın ihlal edilmiş olması ön şart olarak aranırken iptal davasında ise bir menfaatin ihlali yeterli sayılmaktadır.

-İptal kararı sonucunda idari işlem yapıldığı ilk tarihten itibaren ortadan kalkar, İptal Kararları geriye yürümekte ve böylece idari işlem baştan itibaren hiç yapılmamış sayılmaktadır.

2 - MENFAAT İHLALİ ŞARTI

'Menfaat ihlali' kavramı 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 2. Maddesinin (a) bendinde yer almaktadır. Bu kavram iptal davasını diğer dava türlerinden ayırmakta olup, iptal davasını yalnızca idari işlemden menfaati haleldar olanlar açabilmektedir.

Hemen belirtelim ki 'hakkı ihlal' edilenler de iptal davası açabileceklerdir. Zira menfaat kavramı 'hak' kavramının içerisinde yer almaktadır. Menfaat maddi veya manevi olabilir ancak bu menfaat meşru, kişisel ve güncel olmak zorundadır. Menfaati ihlal edilen kişi idari işlemle arasındaki ilişkiyi göstermek durumundadır. Menfaatin ihlal edilip edilmediğinin tespitini idari yargı yeri yapmaktadır.

Vergi hukukunun kamu hukuku içinde yer alması ve vergi ceza hukuku bölümü ile de genel ceza hukukuna ait prensiplere bağlı olması sebebiyle tipiktik (kanunda tarif edilme) vergi yargısında da kendini hissettirmektedir. Örneğin vergi hukukuna özgü olan tarh, tahakkuk, vergi cezası salınması gibi işlemlere karşı kimlerin dava açabileceğini bazı vergi kanunları açıkça belirtmiştir.

Bu hükümlerden önemli olan bazıları şöyle sıralanabilir;

-213 sayılı Vergi Usul Kanunu Mükerrer Md. 49, Md.377veMd. 378

-6815 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu Md. 15 ve Md. 58

Menfaat ihlali ön şartının iptal davalarında aranmasının gerekçesi idarenin her işlemine karşı herkesin dava açabilmesinin engellenmesidir.

Nitekim Danıştay 26.1.1995 tarih ve Esas 1994/2507 sayılı kararında ;

"iptal davasının bugünde kabul edilen klasik teorisine göre bu davalar 'menfaati ihlal ' edilenler tarafından açılabilir. İptal davasının amacı idarenin hukuka uygun davranmasını sağlamak olduğuna ve bu dava objektif bir nitelik taşıdığına göre hiçbir sınırlama getirmeden yönetilenlerin tümüne iptal davası açma hakkının verilmesi gerektiği savunulabilir. İptal davasının "ön kabul koşulları'" arasına böyle bir sınırlama getirmenin ilk nedeni idarede istikrarı sağlamaktır. Eğer yönetilenlerin tümünün her türlü idari tasarrufa karşı iptal davası açabileceği kabul edilirse, idarenin tüm işlemleri yönetilenlerin dava tehdidi altında bırakılmış olur ki böyle bir ortamda idarede ve işlemlerinde istikrar kalmaz; idarenin her tasarrufu şüphe ile karşılanır. İkinci amaç kuşkusuz iptal davasında ciddiyeti sağlamaktır. Bir davada menfaati ihlal edilenle dava konusu işlemden hiç etkilenmemiş olanın konuya yaklaşımı, sunuşu ve izleyişi gerçekten farklıdır. Öte yandan herkese dava açma olanağının verilmesi idari yargı yerlerini çok ağır bir yükün altına sokacaktır. Menfaat şartının aranması böyle bir sakıncayı ortadan kaldırır. "(1) şeklinde olaya yaklaşmıştır.

3 - MEVZUATTA MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİKLER

2577 Sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2. Maddesinin 1. Fıkrasının (a) bendinde 'idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları' hükmüne yer verilmiş idi.

4001 sayılı "idari Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanunun "1. Maddesi ile 2577 sayılı Kanunun 2. Maddesinin 1. Fıkrası değiştirilerek yukarıda anılan bent "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için çevre tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere, kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları" şeklinde yeniden düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere bu değişiklik sonucunda "menfaat ihlali" şartı yerine "kişisel hakların ihlali" şartı konulmuş ancak bazı hususlar istisna sayılmıştır. Bu değişiklik sonucu iptal davası açma hakkı neredeyse ortadan kaldırılmış ve iptal davası, tam yargı davasına dönüştürülmüştür.

Kanun koyucunun idarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan ve hak arama hürriyetinin somut göstergesi olan iptal davası açma hakkına getirdiği bu büyük sınırlama tabii olarak Anayasa yargısına taşınmıştır.

4 - ANAYASAYA AYKIRILIK

Anayasanın 2. Maddesi Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğunu, 36. Maddesi herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip bulunduğunu ve 125. Maddesi de idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirtmektedir.

4001 sayılı kanunla yapılan değişiklik sonucunda iptal davası açma hakkı sınırlandırılmış , bu durum da Anayasaya aykırılık oluşturmuştur.

Nitekim Danıştay 5. Dairesi önüne gelen bir davayı incelerken yapılan kanun değişikliğini Anayasaya aykırı görerek E. 1994/2507 sayılı kararı ile bu kanun değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.(2)

Anayasa Mahkemesi yaptığı inceleme sonucunda 2577 sayılı Kanunun 1. Fıkrasının (a) bendinde 4001 sayılı Kanunla yapılan değişikliği, "... kişisel hakları ihlal edilenler...." ibaresinin Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptal etmiştir. (3)

Anayasa Mahkemesi aynı kararında iptal hükmünün yürürlüğe gireceği gün sorununu da karara bağlamıştır. Anayasa Mahkemesi iptal kararı ile doğacak hukuksal boşluğun kamu yararını olumsuz yönde etkileyeceğinden gerekli düzenlemeleri yapması için yasama organına süre tanımak amacıyla iptal kararının Resmi Gazete "de yayımlanmasından başlayarak üç ay sonra yürürlüğe girmesini uygun bulmuştur.

5 - HUKUKİ BOŞLUK

Anayasa Mahkemesinin Meclise tanıdığı süre 10.7.1996 tarihinde dolmuştur. Bu tarihten itibaren iptal davası açabilmenin ön şartı olan "kişisel hakları ihlal edilenler" ön şartı hukuken ortadan kalkmış durumdadır.

10.7.1996 tarihinden itibaren bu güne kadar da henüz yeni bir kanun çıkarılmamıştır, "menfaat ihlali" şartı 4001 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmış onun yerine getirilen "kişisel hakları ihlal edilenler" şartı da Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş bulunduğundan bir hukuki boşluk oluşmuştur.

Bu durumda Anayasanın 36. Maddesi olan " Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. / Hiçbir mahkeme görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz." hükmünden herkesin tam olarak yararlanma imkanı ortaya çıkmıştır. Herkes ister menfaati ihlal edilsin ister edilmesin idarenin her türlü işleminin hukuka uygunluğunun denetlenmesini idari yargıdan isteyebilecektir.

6 - SONUÇ

Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir kanun hükmünün yerine eski kanunun hükmünü uygulamak mümkün değildir. Bu durumda yapılacak olan şey ya Meclis yeni bir kanun çıkartacak yada hakim gördüğü bir dava sırasında bu boşluğu kendisi dolduracaktır. Meclis henüz yeni bir kanun çıkartmadığına göre bu boşluğu doldurma görevi hakimlere düşmektedir. Hukuki boşlukların doldurulmasında şu sıranın takip edilmesi gerekmektedir;

Hakim önce mevzuatta uygulanabilir bir kuralın olup olmadığını araştıracaktır.

-Bir kural bulamaz ise "örf ve adet" hukukuna yönelecektir.

-Yine bir kural bulamaz ise hukukun genel ilkelerinden, doktrinden ve içtihadlardan yararlanacak ve kendi yorumu ile hukuki boşluğu dolduracak yani kanun koyucu gibi davranacaktır.

Hukuki normlar hiyerarşisinde Anayasa en üstte yer almaktadır. Hukuk tekniği açısından Anayasa da bir kanun metnidir. Anayasanın 125. Maddesinde belirtilen idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğu ve yine 36. Maddesinde belirtilen herkesin dava açma hakkının bulunduğuna ilişkin hükümler karşısında iptal davası açma hakkına ilişkin olarak 4001 sayılı kanunla getirilen sınırlamadan önceki hukuki durumdan daha özgür bir ortam ortaya çıkmıştır.

 

* İstanbul Barosu Avukatlarından

   İstanbul Barosu Mevzuatı Araştırma ve Geliştirme Komisyonu Başkan Yardımcısı

(1) Bkz.Danıştay Dergisi Sayı 90 Sf.590-591

(2)Bkz.Danıştay Dergisi Sayı 90 Sf.587

(3)Bkz.10.4.1996 R.G.E.1995/27,K.1995/47sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı