Ölüm Aylığı Bağlanmasını İstediği Sigortalı Eşinin Ölümüne Sebep Olma
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E. 2007/10-812 K. 2007/828 T. 7.11.2007
DAVA: Taraflar arasındaki "tesbit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 22.12.2005 gün ve 1370-1171 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 06.06.2006 gün ve 1448-8158 sayılı ilamı ile;
( ... Dava; sonucu itibariyle 24.04.1989-13.07.2001 döneminde 12 yıl sigortalılık süresi ve 3914 gün ödenmiş primi bulunan muris kocadan 506 sayılı Yasa'nın 68. maddesine göre ölüm aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
Davada uyuşmazlık konusu olan husus ise; 506 sayılı Kanun'a tabi aktif sigortalı nikahlı eşini 13.07.2001 tarihinde kastın aşılması suretiyle öldüren davacıya, aynı kanun kapsamında eşinden dolayı ölüm aylığı bağlanıp bağlanamayacağı, bir başka anlatımla murisi sigortalıyı açıklanan şekilde öldüren ve Türk Ceza Kanunu'nun 449/1, 452/2, 51/2. maddelerine göre verilen mahkumiyet kararı onanarak kesinleşen davacının bu nedenle mirastan yoksun bırakılmasının; Sosyal Sigortalar Kanunu'nda düzenlenen Sosyal Sigorta hakları kapsamında, ölüm sigortasından eş olarak haksahipliği sıfatını kazanmasında önleyici nitelik taşıyıp taşımadığı konusundadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.06.2005 gün 2005/10-364 Esas 2005/390 karar sayılı ilamında ölüm sigortasından hak sahiplerine aylık bağlanabilmesi için 506 sayılı Kanun'un 66. maddesinde sigortalıya ilişkin belirtilen belli süre sigortalı olmak ve prim ödeme koşullarının gerçekleşmesi yanında, 68. madde ile bu aylıktan yararlanacaklar için bir takım olumlu ve olumsuz koşullar aranmaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun ölüm sigortası kolundan eş ve çocuklara aylık bağlanmasını düzenleyen 68. madde hükmü "ölen sigortalının aylık bağlanmasına hak kazanan kimselerine aşağıdaki hükümlere göre aylık bağlanır." ifadesine yer verdikten sonra, eş ve çocukların şahsında aranan diğer koşullar sıralanmış, bu kapsamda da dul eşe ölüm sigortası kolundan aylık bağlanacağı ve bu aylığın tekrar evlenme ile sona ereceği belirtilmiştir.
Bu noktada çözümlenmesi gereken "aylığa hak kazanma" olgusunun, eşini öldüren davacı eş yararına gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Bu konuda, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ayrı bir düzenleme öngörmemiş olup, bu nedenle sorunun çözümünde genel hükümlerden yararlanılması gerekmiştir. Konuya açıklık getirebilmek için mirasçılıkla ilgili Medeni Kanun hükümleri ve Sosyal Güvenlik Mevzuatının "hak kazanma" olgusuna yaklaşımlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Mirastan yoksunluk sebeplerini düzenleyen Türk Medeni Kanunu'nun 578. maddesi ( Eski 520. madde ) miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlerin mirasçı olamayacakları gibi; ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir hakta edinemeyeceklerini hükme bağlamıştır.
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun "Dul ve yetim aylığının bağlanamayacağı" halleri düzenleyen 77. maddesi hükmünde de; "Aşağıda yazılı hallerde dul ve yetimlere aylık bağlanmaz:
a- Kendisinden aylık bağlanacak, iştirakçiyi veya emekli, adi malullük, vazife malullüğü aylığı alanı; kasten veya haksız yere öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlere veya bu kanun gereğinde adi malul sayılacak hale getirenlere;" düzenlemesine yer verilmiştir.
Türk Medeni Kanunu'nun 578. maddesinde sayılan mirastan yoksunluk nedenleri ve bu düzenlemeye koşut bulunan 5434 sayılı Kanun'un 77. maddesi Sosyal Güvenlik Hukuku alanında da evrensel hukuk ilkeleri arasında yer alan "hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı" ilkesinin gözetilmesini zorunlu kılmakta, sigortalının kasten öldürülmesi halinde, 506 sayılı Kanun'un 68. maddesinde öncelikle aranan "ölüm aylığına hak kazanma" olgusunun gerçekleşmediği sonucunu ortaya koymaktadır, biçimindeki görüş ve içtihadı ile konuya açıklık getirmiştir.
Mahkemenin, Hukuk Genel Kurulu kararı içeriğine göre davanın reddine karar vermesi gerekirken, yazılı şekilde 01.08.2001 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanmasına hükmetmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Ölüm sigortasından aylık bağlanabilmesi, aylığından yararlanılacak sigortalının sigortalılık süresi ile prim ödeme gün sayısına ilişkin birtakım koşulların varlığını gerekli kılmaktadır ( 506 s. Kanun m.66 ). Hak sahipleri yönünden aranan koşullara ise bir diğer maddede yer verilmiştir.
Ölüm sigortası kolundan eş ve çocuklara aylık bağlanmasını düzenleyen 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 68. maddesi "Ölen sigortalının aylık bağlanmasına hak kazanan kimselerine aşağıdaki hükümlere göre aylık bağlanır" ifadesine yer verdikten sonra, eş ve çocukların şahsında aranan koşullar sıralanmış, bu kapsamda dul eşe ölüm sigortası kolundan aylık bağlanacağı ve bu aylığın tekrar evlenme ile sona ereceği belirtilmiştir.
Uyuşmazlık; dul eşin ölüm aylığına hak kazanabilmesi için maddede belirtilenler dışında başka bir koşulun aranıp aranmadığı, diğer bir ifadeyle, sigortalı eşini "kastın aşılması suretiyle" öldüren davacı eşin ölüm aylığına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Çağdaş sosyal güvenlik sistemleri, belirli sosyo-ekonomik risklerle karşılaşan bireylere güvence sağlamayı amaçlamakta, bu risklerin zararlı etkilerini ortadan kaldırabilmek yönünde sürekli gelişim göstermektedir. Bu durum, sosyal sigortaları biçimlendiren sosyal koruma ve dayanışma ilkesinin bir sonucu ise de, korumanın sınırsız olması beklenemez.
Çözümlenmesi gereken, ölüm aylığına "hak kazanma" olgusunun, eşini "kastın aşılması" suretiyle öldüren eş yararına gerçekleşip gerçekleşmediğidir. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda bu yönde bir düzenlemeye yer verilmemiş olması bir yasa boşluğunu ifade etmektedir. Yasa koyucunun temel kavramlar yönünden sosyal güvenlik kanunları arasında bir farklılık yaratmak istemeyeceği düşünüldüğünde, bunun kabulü zorunludur.
Kaldı ki, 5655 sayılı Kanun ile yürürlüğü ertelenen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56. maddesinde bu yönde bir düzenlemeye yer verilmiş olması, 506 sayılı Kanunda düzenleme boşluğu bulunduğu yönündeki düşünceyi desteklemektedir.
Sorunun çözümünde, iç hukuk kaynakları kapsamında, diğer sosyal güvenlik mevzuatından ve Medeni Kanun hükümlerden yararlanılarak, mirasçılıkla ilgili Medeni Kanun hükümleri ve sosyal güvenlik mevzuatının "hak kazanma" olgusuna yaklaşımları irdelenmelidir.
Düzenleme boşluklarının giderilebilmesi için diğer hukuk kaynaklarına başvurulurken sosyal güvenlik hukuku ile korunmak istenen dengenin bozulmamasına da özel önem gösterilmelidir.
Mirastan yoksunluk sebeplerini düzenleyen Türk Medeni Kanununun 578. maddesi ( eski 520. madde ) miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlerin mirasçı olamayacakları gibi; ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir hak da edinemeyeceklerini hükme bağlamıştır.
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun "Dul ve Yetim Aylığının Bağlanmayacağı" halleri düzenleyen 77. maddesi hükmünde;
"Aşağıda yazılı hallerde dul ve yetimlere aylık bağlanmaz:
a- Kendisinden aylık bağlanacak, iştirakçiyi veya emekli, adi malullük, vazife malullüğü aylığı alanı;
Kasten ve haksız yere öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlere veya bu kanun gereğince adi malul sayılacak hale getirenlere;" düzenlemesine yer verilmiştir.
Türk Medeni Kanununun 578. maddesinde sayılan mirastan yoksunluk sebepleri ve bu düzenlemeye koşut bulunan 5434 sayılı Kanunun 77. maddesi, sosyal güvenlik hukuku alanında da evrensel hukuk ilkeleri arasında yer alan "hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı" ilkesinin gözetilmesini zorunlu kılmakta, sigortalının "kasten" öldürülmesi halinde, 506 sayılı Kanunun 68. maddesinde öncelikle aranan ölüm aylığına "hak kazanma" olgusunun gerçekleşmediği sonucuna varılmaktadır ( Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2005 gün ve 2005/10-364-390 sayılı Kararı ).
Davaya konu somut olayda ise, davacının, kendisinden dolayı ölüm aylığı bağlanmasını istediği sigortalı eşinin ölümüne sebep olması nedeniyle yargılandığı Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 20.06.2003 gün ve 2002/227 Esas, 2003/108 sayılı Kararıyla; Mülga Türk Ceza Kanununun 452/1. maddesi uyarınca "katil kastı olmaksızın darp neticesi öldürmek" suçundan, ağır tahrik ve iyi hal nedeniyle yapılan indirimlerden sonra 3 yıl 4 ay ağır hapis cezasına mahkum edildiği, mahkeme kararından, olayda eşini öldürme kastının bulunmadığının anlaşıldığı ve eşe ölüm aylığı bağlanmasına engel olacak "kasten ve haksız yere eşin öldürülmesi" halinin gerçekleşmemiş olması nedeniyle, davacıya ölüm aylığı bağlanmaması yönündeki Kurum işlemi isabetli bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde; somut uyuşmazlıkta "kasten ve haksız yere öldürme" olgusunun gerçekleşmemiş olması nedeniyle, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, 07.11.2007 günü yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E. 2005/10-364 K. 2005/390 T. 15.6.2005
DAVA: Taraflar arasındaki "tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A. 1. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 30.12.2003 gün ve 2003/834 - 1421 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.5.2004 gün ve 2004/1642 - 4437 sayılı ilamı ile,
( ...Dava sonucu itibariyle; davacıya, Sosyal Sigortalar Kurumundan yaşlılık aylığı almakta iken vefat eden eşi üzerinden aynı Kurumca ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti ile aksine Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Davada uyuşmazlık konusu olan husus ise; 506 sayılı Kanuna tabi pasif sigortalı nikahlı eşini kasten öldüren davacıya, aynı Kanun kapsamında eşinden dolayı ölüm aylığı bağlanıp bağlanamayacağı, bir başka anlatımla murisi sigortalıyı kasten öldüren davacının bu nedenle mirastan yoksun bırakılmasının; Sosyal Sigortalar Kanununda düzenlenen sosyal sigorta hakları kapsamında, ölüm sigortasından eş olarak hak sahipliği sıfatını kazanmasında önleyici nitelik taşıyıp taşımadığı konusundadır.
Bu yönde; öncelikle, 506 sayılı Kanundaki sosyal sigorta haklarından bu bağlamda ölüm sigortası yardımlarından olan ölüm aylığından yararlanmada "mirasçı" değil "hak sahibi" sıfatı önem taşımaktadır.
Türk Medeni Kanunun 578. maddesi hükmünde; "murisin kasten ve haksız yere öldürülmesi veya öldürmeye teşebbüs edilmesi" mirastan yoksunluk nedenleri arasında öngörülmüşse de, Medeni Kanun; muris ile mirasçı ilişkilerini bu ikisi ile sınırlı biçimde ve murisin mal varlığı açısından düzenlenmektedir.
Öte yandan, 506 sayılı Kanun kapsamında; sosyal sigorta yardımlarından yararlanacak hak sahiplerinin kimler olduğu, hak sahiplerinin gelir ya da aylık bağlanması hakkından yararlanmalarını önleyen ve ilerde bu yararlanmayı kaldıran nedenler, anılan Kanunun emredici nitelikteki ilgili maddelerinde sınırlı ve sayılı biçimde ayrı ayrı düzenlenmiştir.
Hal böyle olunca da; 506 sayılı Kanun kapsamında, sosyal sigorta yardımlarından yararlanma koşullarını ( hak sahipliğine ilişkin olanlar da dahil olmak üzere ) taşıyanlar bakımından, miras hukukuna göre mirası reddetmenin mirasçılıktan çıkarılmanın, hak sahipliği niteliğini etkilemeyeceği açıktır.
Kaldı ki, "Kişilerin sosyal güvenlik hakkından yoksun bırakılmaması" Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden olup, bu ilke; anayasal niteliği ve insan yaşamına ilişkin bulunduğu gözetildiğinde, "hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı" ilkesine karşı belirli bir üstünlük ve uygulama önceliğine sahiptir.
Davada somutlaşan olayda da; davacı, Sosyal Sigortalar Kurumundan yaşlılık aylığı almakta olan nikahlı eşini maruz kaldığı ağır tahrik sonucu kasten öldürmüştür.
506 sayılı Kanun kapsamında ölüm sigortası yardımlarından bu bağlamda ölüm aylığından yararlanma koşulları aynı Kanunun 65. ve devamındaki madde hükümlerinde sınırlı ve sayılı biçimde öngörülmüş olup, sigortalının ölümü ile dul kalan kadın eşe ölüm aylığı bağlanabilmesinin koşulu; sigortalı ile aralarında yasal bir evliliğin mevcut olmasıdır. Dul eşe bağlanan ölüm aylığının devamı içinde tekrar evlenmemesi gerekli ve yeterlidir. Bu yönde; Medeni Kanunun 578. maddesi hükmünde sıralanan mirastan yoksunluk nedenlerinin, 506 sayılı Kanun kapsamında ölüm aylığına hak kazanmayı önleyici nitelik taşıdıklarından söz etmek mümkün değildir.
Hal böyle olunca da, davacı eş yönünden ölüm aylığına hak kazanma konusunda; ölen sigortalıya ilişkin koşullar yanında 506 sayılı Kanunun 68. maddesi hükmünde hak sahipliğine ilişkin olarak öngörülen koşullarında gerçekleşmiş bulunması nedeniyle ve yine yukarıda açıklanan hukuki esaslar çerçevesinde davanın kabulü gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır... )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: A- Davacının isteminin özeti; Davacı vekili, ölen eşinden dolayı davacıya bağlanan ölüm aylığının, eşini öldürmüş olduğu nedenle kesilerek ödenen aylıkların iadesinin istenmesine karşın, öldürme olayının sigortalının ağır tahriki nedeniyle meydana geldiğini belirterek; "... davacıya, eşinden ötürü 506 sayılı Kanunun 66/A maddesi uyarınca ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine ve o tarihten itibaren ödenmemiş aylıkların iadesine karar verilmesini" istemektedir
B- Davalının cevabının özeti; Davalı vekili, davacıya eşini öldürdüğünü beyan etmemesi nedeniyle aylık bağlanmasına karşın, eşini kasten öldürdüğünün anlaşılması üzerine bu aylığın kesilerek, iadesinin istendiğini, eşini kasten öldüren davacının hak sahibi olamayacağı, bu nedenle de Kurum işleminin hukuka uygun olduğunu savunmaktadır.
C- Yerel Mahkemenin kararının özeti; Yerel mahkemece, davacının kocasını kasten öldürdüğü, bu durumda davacının hak sahibi olamayacağı, Kurumca mevzuat çerçevesinde yürütülen işlemlerin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile "davanın reddine" karar verilmiştir.
D- Temyiz evresi Bozma ve direnme; Hüküm, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı özetle "davacı, her ne kadar üzerine atılı suçu ağır tahrik altında işlemişse de, kanunlarca suç sayılan adam öldürme eylemi sonucu hak elde etmesi, ister Anayasamızdaki sosyal devlet ilkesine, isterse sosyal güvenlik hukukunun genel ilkelerine dayandırılarak açıklanmaya çalışılsın, yaşam hakkının en temel hak olması ve hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkeleri karşısında savunulamayacağını, 506 sayılı Kanunda hak sahibi eşin sigortalıyı kasten öldürdüğü durumlarda ölüm aylığı bağlanıp bağlanmayacağı konusunda yasal bir boşluk bulunduğunu, bu boşluğun doldurulurken, sosyal güvenlik hukukunun genel ilkelerinin yanında hakkaniyet ve iyiniyet kuralları da göz önünde bulundurulmasının gerektiğini..." belirterek direnme kararı vermiştir.
E- Maddi Olay: Davacı, yaşlılık aylığı almakta olan eşini, ceza mahkemesi kararında saptandığı üzere ağır tahrik sonucu kasten öldürmüş olup, davacı eşe bağlanan ölüm aylığı bu durumun fark edilmesi üzerine kesilmiştir.
F- Gerekçe; Ölüm sigortasından hak sahiplerine aylık bağlanabilmesi için 506 sayılı Kanunun 66. maddesinde sigortalıya ilişkin belirtilen belli süre sigortalı olma ve prim ödeme koşullarının gerçekleşmesi yanında, 68. madde ile bu aylıktan yararlanacaklar için bir takım olumlu ve olumsuz koşullar aranmaktadır.
Yerel mahkeme ile Yüksek Daire arasındaki uyuşmazlık; dul eşin ölüm aylığı alabilmesi için sigortalının ölümü, prim gün sayısı ve sigortalılık süresi dışında başka koşulların da gerekip gerekmediği, diğer bir ifadeyle sigortalı eşini kasten öldüren davacıya ölüm aylığı bağlanıp bağlanmayacağı noktalarında toplanmaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun ölüm sigortası kolundan eş ve çocuklara aylık bağlanmasını düzenleyen 68. maddesi hükmü "Ölen sigortalının aylık bağlanmasına hak kazanan kimselerine aşağıdaki hükümlere göre aylık bağlanır" ifadesine yer verdikten sonra, eş ve çocukların şahsında aranan diğer koşullar sıralanmış, bu kapsamda da dul eşe ölüm sigortası kolundan aylık bağlanacağı ve bu aylığın tekrar evlenme ile sona ereceği belirtilmiştir.
Bu noktada çözümlenmesi gereken, aylığa "hak kazanma" olgusunun, eşini kasten öldüren davacı eş yararına gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Bu konuda, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ayrı bir düzenleme öngörmemiş olup, bu nedenle sorunun çözümünde genel hükümlerden yararlanılması gerekmiştir.
Konuya açıklık getirebilmek için mirasçılıkla ilgili Medeni Kanun hükümleri ve sosyal güvenlik mevzuatının "hak kazanma" olgusuna yaklaşımlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Mirastan yoksunluk sebeplerini düzenleyen Türk Medeni Kanununun 578. maddesi ( eski 520. madde ) miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlerin mirasçı olamayacakları gibi; ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir hak da edinemeyeceklerini hükme bağlamıştır.
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun "Dul ve Yetim Aylığının Bağlanmayacağı" halleri düzenleyen 77. maddesi hükmünde de;
"Aşağıda yazılı hallerde dul ve yetimlere aylık bağlanmaz:
a ) Kendisinden aylık bağlanacak, iştirakçiyi veya emekli, adi malullük, vazife malullüğü aylığı alanı;
Kasten ve haksız yere öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlere veya bu kanun gereğince adi malul sayılacak hale getirenlere; " düzenlemesine yer verilmiştir.
Türk Medeni Kanununun 578. maddesinde sayılan mirastan yoksunluk nedenleri ve bu düzenlemeye koşut bulunan 5434 sayılı Kanunun 77. maddesi sosyal güvenlik hukuku alanında da evrensel hukuk ilkeleri arasında yer alan "hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı" ilkesinin gözetilmesini zorunlu kılmakta, sigortalının kasten öldürülmesi halinde, 506 sayılı Kanunun 68. maddesinde öncelikle aranan "ölüm aylığına hak kazanma" olgusunun gerçekleşmediği sonucunu ortaya koymaktadır. Aksine düşünce, yasa koyucunun temel kavramlar yönünden sosyal güvenlik kurumları arasında farklılık yaratmak istediği sonucunu ortaya koyacaktır ki, bu durumda buna ilişkin düzenlemeye yasa metninde açıkça yer verilmiş olması gerekirdi.
Yukarıda açıklanan yasal ve maddi olgular karşısında, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA ve gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına 15.06.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY:
Uyuşmazlık, davacının sigortalı eşini ağır tahrikle öldürmesi nedeniyle ölüm aylığına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlıkta birinci derecede dayanılan yasal dayanak Sosyal Sigortalar Kanunun 66. maddesidir. Söz konusu madde ölüm sigortasından aylık bağlama koşullarını vermektedir. Bu koşullar arasında eşini öldüren hakkında bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda ortada bir kanun boşluğu bulunmaktadır. Kanun boşluğunun bilinçli bırakılıp bırakılmadığı ya da kanun boşluğunun yargıç tarafından nasıl doldurulacağı konusuna girmeden önce uyuşmazlığın hangi hukuk zemininde çözüleceği araştırılacaktır.
Kanaatimizce sorun bir sosyal güvenlik sorunudur. Beveridge raporuyla toplumun bireyi olmak sıfatı sosyal güvenlik için yeterli kabul edilmektedir. 1982 Anayasasının 60. maddesinde herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. Keza İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 22. maddesi "Her Kişinin toplumun üyesi olarak, sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu" ilkesini koymuştur. 104 sayılı Sözleşme, Avrupa Sosyal Şartı Avrupa Sosyal Güvenlik Kodu ve Avrupa Sosyal Güvenlik Sözleşmesi söz konusu ilkeyi geliştirici rol oynaması sonucu SOSYAL GÜVENLİĞİN ÇAĞDAŞ EĞİLİMİ doğrultusunda temel bir insanlık hakkı olarak belirlenmiştir.
İkinci bir hukuk kaynağı olarak yararlanılan miras hukuku, kişinin mal varlığı ile ilgili özel hukuk ilişkilerini düzenleyen hukuk alanıdır.
Sosyal Güvenlik Hukukunun da Devlet olumlu edim yüklenmesi nedeniyle taraftır. Miras Hukukunda ise Devletin doğrudan bir edim yükümlülüğü bulunmamaktadır. Taraf değildir. Kişi özgürlüğü esastır.
Kimse kendi kusurundan yararlanamaz ilkesi hukukun bir genel ilkesidir. Özellikle hukuki bir özdeyiş bir mantık ilkesidir. Kanun boşluğu doldurmada kullanılan bir yöntemdir. Ancak bu yapılırken yargıç, ÇELİŞKİSİZ KURAL KOYMA İLKESİNİ SARSMAMALIDIR. Başka bir anlatımla Kanunun ana yapısını bozmamalıdır.
İkinci sorun Kanun koyucu kanun boşluğunu bilinçli mi bırakmıştır. 506 sayılı Kanunun birinci maddesi Kanunun amacını belirlemiştir. Buna göre; "İş Kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm hallerinde bu kanunda yazılı şartlarla sosyal sigorta yardımları sağlanır" 506 sayılı Kanunun 66. maddesinde uyuşmazlığı davacı aleyhine çözecek bir koşul yoktur. Kanun koyucu söz konusu kanunun bir çok maddesinde 26, 27 vs. kasıt ve kusurdan söz etmiştir. Dolayısıyla bir hakkın kısıtlanamayacağına veya ortadan kaldırılmasına ilişkin birçok madde düzenlemiştir. Şu durumda yasa koyucunun söz konusu boşluğu bilinçli bıraktığı daha doğru düşüncedir.
Ölüm olayının yaşama haklarını ortadan kaldırdığı doğrudur. Bunun karşılığı ceza hukukunun konusudur. Sosyal güvenlik hakkı ise bağımsız bir hukuk alanıdır. İnsanı hedefler. İhtiyaç halindeki herkesi kapsamalıdır.
Kaldı ki somut olayda davacı eşini ölüm aylığı almak için öldürmemiştir. Ağır tahrik altında öldürmüştür. Miras Hukukunun ve hukukun genel kurallarının uygulama alanı bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla İKİNCİ DERECEDE HUKUK KAYNAĞINA DAYANILAMAZ düşüncesiyle Yüksek Özel Dairenin davacının ölüm aylığını hak edeceği görüşüne katılmaktayım.